2 Aralık 2013 Pazartesi

Harita Fetişi

Dünya Haritası, en çok kullanılan harita yeryüzünde. Bu harita ile ilgili farklı çalışmaları toparladım. Altın ile ilgili yazımda olduğu gibi aslında az çok bildiğimiz verileri, gözünüzde tekrar canladırmaya çalıştım.
Biraz heyecanlı olsun, önce haritayı inceleyin, sizce hangi veriyi yansıtıyordur tahmin edin diye açıklamaları altına yazdım.
Buyrun başlayalım

Bu haritada kırmızı bölgeler neyi temsil ediyor?
Dünyanın nüfuz yoğunluğuna göre renklendirilmiş haritası. İstanbul kıpkırmızı. Hindistan beni benden aldı.

Aşağıdaki harita çok ilginç. Gördüğünüz gibi bazı rotalar mevcut sizce bu hangi geminin rotası olabilir bir de neden okyanusun ortasından başlıyor?

Yukarıdaki harita ile yandaki resim arasında bir bağlantı var. Çünkü yukarıda rota bir gemiye değil gemiden düşen plastik ördeklere ait!!! Olay şöyle gelişiyor: 1992 yılında Hongkong'dan yola çıkan, Amerika kıtasına doğru yol alan ve 29000 adet oyuncak plastik ördek taşıyan bir yük gemisi batıyor. Okyanusun ortasında suyla tanışan ördekler belli zaman dilimlerinde -ki haritanın üzerinde bazılarının varış tarihleri belirtilmiş- karaya vuruyorlar.
Bu ilginç kaza bize okyanus yüzeyindeki akıntılar hakkında -çok da resmi olmayan- bilgileri veriyor...


Sıradaki harita hakkında bir soru yok. Harita Avrupa kıtası üzerindeki ülkelerde en çok kullanılan soyisimleri gösteriyor.
WpylpJY
Evet bildiniz, Almanya Müller, İngiltere Mr. and Mrs. Smith :)

Sırada tahmin edilmesi zor bir Dünya haritası var. Harita aslında siyah beyaz şeklinde dünyayı -rastlantısal bir şekilde- ikiye bölüyor. Siyah taraf neyi beyaz taraf neyi temsil ediyor?
1
Bu doğum hakkı haritası. Bu ne demek derseniz, siyah ile boyalı ülkelerde doğarsanız, anne ya da babanızın nereli olduğuna bakılmaksızın o ülke vatandaşı olursunuz. Yani Amerika'da çocuğunuz doğarsa ABD vatandaşı olur, İngiltere'de doğarsa  T.C. vatandaşı olur.
Ve farklı bir haritaEkran Alıntısı2
Trafik sağdan akıyorsa kırmızı, soldan akıyorsa mavi renktesiniz.
Konusu gelmişken wikipediadan bir alıntı yapalım:  Milattan önce 11 yüzyılda Çin'de kural `adamların sağdan, kadınların soldan, arabaların ortadan' gitmesini söylüyordu. Roma İmparatorluğu'nda daha enteresan bir durum vardı. Türkiye'de yapılan araştırmalar Roma arabalarının sağdan, İngiltere'de ise soldan gittiğini gösteriyor.Bunun istisnası olarak, 1998'de arkeoleogler tarafından İngiltere'nin Swindon kasabası yakınlarında, eski bir Roma taş ocağına giden bir yol bulundu.Yolun solundaki girintiler, sağındakinden daha derin olduğundan, buradan arkeologlar arabaların taş ocağından yüklü çıkıp boş girdiklerini anlamışlardı.Yani Romalıların burada yolun solunu kullandığı anlaşılıyordu. Yolun veya `geçişin' sağdan ya da soldan yapılmasında `anatomik' bir neden var. İnsanlar sağ ellerini daha iyi kullanırlar. Yani kılıçlarını solda taşırlar. Rakipleri ile aralarına kılıçlı ellerini koymak için rakiplerinin (yani yolun) solunu seçerler. At arabalarında da böyle başladı. Çok atlı arabalarda arabacı dizginleri sağ elinde tutmak için sol arka atın sırtına veya arabanın sol tarafına oturdu. Yol kenarını da iyi görmek için soldan sürdü. Ancak bu durum araba sayısı çoğalıp karşılıklı geçişlerde problem çıkmaya başlayınca değişmeye başladı. İtalya'da şehirlerde sağ, dışarda sol trafik kullanılır oldu. Sonunda İngilizler 1756'da Londra Köprüsü'nde çıkan problemler yüzünden karar verdiler ve İngiltere'deki tüm köprü ve yollarda `sol' trafik kanunla uygulanmaya başladı. Buna tabii tüm koloniler de dahildi. Ancak Napolyon Avrupa'nın bu noktadaki kaderini değiştirdi. Çünkü Napolyon solaktı ve düşmanları `solunda' görmek istiyordu!  Aynı yıllarda Amerika'da arabacılar sağda oturur olmuşlardı. 1792'de Lancester'den Philedelphia'ya yapılan yolun `sağ tarafı' kullanılacaktır diye ilk kanunu Pennsylvania eyaleti çıkardı. Avrupa'da Avusturya-Macaristan, Rusya ve Portekiz Napolyon'a uymadılar. Bu ülkeler Birinci Cihan Harbi'nin sonuna kadar soldan trafik kullandılar. Avusturya'nın Napolyon tarafından zapt edilmiş bölümü sağdan kullanırken öteki kısım hâlâ soldan kullanıyordu.Sonunda Hitler başta Avusturya olmak üzere Tüm kıtayı `sağcı' yaptı.

Konuyu değiştirip dünya lideri olduğumuz bir veriye geliyoruz. Hamdolsun...
 YIpi5
Ülkelere göre benzin fiyatları haritası. Ortadoğu, Kuzey Afrika'da hayat ne güzel. En son gittiğim Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretimde  araba kiraladım. Benzin bitene kadar kullanıp, AbuDhabi, Dubai arasındaki otobanda bir benzinciye yanaştım. Kendimden emin bir şekilde "fulle hacı" dedim. TL karşılığı olarak 36TL'ye fulleyip yoluma devam ettim. Yol boyunca acaba yanlış mı hesap yaptım diye düşündüm durdum. Rüya gibi...
Efendim sıradaki haritada koyu renk her ne ise biz onda iyiyiz. Peki nedir Kanada olan, bizde olmayan şey? Sosyal devlet? İnsan hakları? GSMH büyüklüğü?
Capture
Cevap vereyim: Basın Özgürlüğü. Siyah ile belirtilen yerler "very serious situation" durumun gayet ciddi olduğu ülkeler. Çin, İran bizi şaşırtmayan siyah renkli ülkeler. Bu Kanada'lılar adam olmayacak...
Ve sıradaki haritada dünya geneline ya da bölge geneline uymadığımız bir durum var. Kırmızı Dünya içinde yeşil bir Türkiye göze hemen çarpıyor. Veriyi okuyunca ben bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar veremedim
G7QgWcS
Hayat kadınlığının yasal ve Devlet tarafından düzenlenmiş olduğu yerler yeşil. Kırmızı ülkelerde bu "yasak". Ha yasak olunca dünyanın en eski mesleği icra edilmiyor mu, bilmiyorum, bilemiyorum...
Alttaki harita Avrupa, Afrika ve Güney Asya üzerine yoğunlaşmış. Bu haritadaki kırmızı bölgeler halen yaşayan yırtıcı bir hayvanın milattan önce yaşadığı alanlar, Mavi bölgeler ise günümüzde yaşadığı alanlar.
i9acGyw
Ormanların kralı bu hayvan. Bir zamanlar Anadolu'da yaşamış bilmiyordum.
Alltaki haritanın üzerindeki Legend ipucunu veriyor
xIkRH
Metrik sistemi kullanmayan Amerikalılar...
Galileo'nun tasarladığı sarkacın, Huygens tarafından hayata geçirilip, zaman ölçümü için kullanılmaya başlanmasının sonrasında, 1671 yılında Fransız astronom Picard, sarkacı uzunluk ölçümü için önermiş ve bu öneri oldukça kabul görmüştü. Fransa'da 1791 yılında bir komisyon kurulup, tek düzen bir birim sisteminin oluşturulmasına yönelik çalışmalar başlatıldığında da öncelikle kabul gören bu önerinin üzerinde durulmuştu. Komisyonda bulunan Borda, Condorcet, Laplace, Lagrange, ve Monge uzunluk ölçüm birimi üzerinde tartıştıklarında önlerinde üç seçenek vardı. Belli bir periyodla salınan sarkacın uzunluğu, ekvator çevre uzunluğunun bir kesiti, kuzey kutbundan ekvatora olan mesafenin (yani bir çeyrek meridyen) uzunluğunun bir kesiti. Borda, temel alınacak bir birimin tanımında zaman birimlerinden yararlanılmasını doğru bulmuyor buna karşı çıkıyordu. Öyle ki zaman birimi zaten kendi içinde dönüşümleri sistematik olmayan bir birimdi. Hatta Borda zaman birimilerinin 1 gün = 10 saat, 1 saat = 100 dakika ve 1 dakika = 100 saniye şeklinde sistematik hale getirilmesini de önermişti. Ayrıca yerçekimi ivmesi, sarkaç kullanılarak yapılacak ölçümler üzerinde etkili olacağından, deneylerin yapılacağı yer de tartışmalara neden olmuştu. Fransa, 45° enleminde yani Fransa'da, İngiltere Londra'da, Amerika ise 38° enleminde, yani başkan Thomas Jefferson'un eyaletinde deneylerin yapılmasını istiyordu. Tartışmaların sonunda metre tanımı için kuzey kutbundan ekvatora kadar olan mesafenin ölçülmesine karar verildi. Ölçümlerde Borda'nın iki coğrafi nokta arasındaki açının ölçümü için tasarladığı tekrarlayan dairesi (repeating circle) kullanılacaktı. Bu karara göre 26 Mart 1791'de bir metre bir çeyrek meridyen uzunluğunun on milyonda biri olarak tanımlandı.
 1793 yılında yapımına karar verilen metre prototipi, 25x40,5 mm kesite sahip saf platin bir çubuktur. Bu yeni metre prototipi 22 Haziran 1799'da metrik sistemin uzunluk standardı olarak, Hollandalı Jan Hendrik van Swinden tarafından Fransız otoritelere (Corps Legislatif) sunulmuştur. Standart, aynı yıl Fransız Ulusal Arşivi'ne kaldırılmış ve Arşiv Metre olarak adlandırılmıştır. Birimin adı da Yunanca Metrondan gelmektedir.
Enteresan bir harita daha geliyor:
Capture1
Kırmızı olanlar başkentleri en büyük şehirleri "olmayan" ülkeler. Bkz: Türkiye...
Bir sonrakinin bilgisini önden vereyim. İngilizceyi resmi dil olarak kulanan (ya da resmi dillerinden biri olarak) ülkeler:
Capture2
Nijerya, Pakistan ilgi çekici geldi bana bu haritada. Gerçi Ürdün'e gittiğimde herkesin şakır şakır İngilizce konuşmasını da garip karşılamıştım.
Daha listemde onlarca harita var ama sanıyorum bu kadar yeter. Gidilmesi tehlikeli ülkeler haritası da vardı bu arada ama "biz Türküz hacı" dediğinizi duyar gibi oldum vazgeçtim paylaşmaktan.
Konuyu sevenler wikide bir gezsin bunun yanında http://chartsbin.com/ enteresan bir site.
Dünya ne değişik yer dostum :)

OECD Analizi ve Türkiye Gerçekleri

11
Kasım 2013 tarihinde OECD bir rapor yayınladı: How is Life? 2013 Measuring Well-Being. Üyeleri arasında hayat nasılmış diye 200 sayfalık bir rapor.
OECD çoğunuzun bileceği gibi Ekonomik kalkınma amaçlı 2. Dünya savaşı sonrası kurulmuş bir birlik. 34 üyesi var. Çoğu Avrupalı.
Açılımı Organisation for Economic Co-operation and Development.
Raporun bir parçası basında yer aldı. Türkiye'nin açık ara rakiplerine fark attığı bir analizdi. Benim de ilgimi çekince raporun tamamına baktım. Basında yer alan analizin eksik ve yetersiz olduğuna karar verdim. Belli parçalarını paylaşmak istedim.
Öncelikle bizim basının paylaştığı analiz, OECD üyeleri arasında çalışma saatlerini gösteriyordu.

1

50 saatten fazla çalışanların yüzdesi. Rakiplerimize fark atmıştık. Hadi Kuzey Avrupayı falan geçiyorum, Polonya, Brezilya kimi bulduysak sollamıştık. Çalışma saatimizdeki farklılık ücretlere yansısa, ne çalışkan ülkeyiz deyip bu grafik ile gurur bile duyabilirdik ama gerçek bu değildi. OECD ülkelerinde en fazla mesaiyi yapan bizdik ama gelir tarafında yine terazinin ters tarafındaydık.
Raporu incelemeye devam edelim.
Birazdan inceleyeceğiniz grafikten önce Gini Katsayısının ne olduğunu açıklamam gerek. Gini katsayısı, bir ülkede milli gelirin dağılımının eşit olup olmadığını ölçmeye yarayan bir katsayıdır. Katsayı 0 ile 1 arasında değerler alır ve yüksek değerler daha büyük eşitsizliğe tekabül ederler. Örneğin herkesin aynı gelire sahip olduğu bir toplumun Gini katsayısı 0 iken tüm gelirin bir kişide toplandığı toplumun bu katsayısı 1'dir.
2

Evet Gelir Dağılımı Eşitsizliğinde liderliği Şili'ye kaptırıp, Meksika ve Rusya'nın ardından 4. sırada olduğumuzun resmi. Sol eksen yukarıda anlattığım Gini Katsayısı. Durum kötü olmakla birlikte 90'lara kıyasla çok daha iyi durumda olduğumuz da bir gerçek. Bizden bir sonrada ABD var diyebilirsiniz, evet orada da gelir eşit dağılmıyor ama orada pasta bizdekinden çok daha büyük.
4
Bir sonraki grafiğimiz OECD ülkeleri arasında kişi başına düşen oda sayısı. Ev şartları hayat kalitesini belirleyen önemli unsurlardan biri. Türkiye'nin nüfusu her ne kadar diğer ülkelere kıyasla fazla da olsa grafikte durduğumuz yer olayın nüfus ile açıklanamayacak kadar kötü olduğunu gösteriyor.
5

Yukarıdaki grafik üzerinde, demografik istatistikler ile birlikte, yapılan anketlerdeki kişilerin sağlık durumu konusunda verdikleri cevaplar kullanılmış. Ne kadar yaşayacağımız konusunda yine Rusya Meksika gibi ülkeler ile birlikte sondan 4.'yüz.
Aşağıdaki grafik sanırım en acısı. Eğitime erişim başlığındaki grafik eğitim konusunda OECD ülkeleri arasında nerede olduğumuzu gösteriyor:
6

Grafikteki beyaz noktalar önceki yıl ortalamaları. Bizim açımızdan yüzdenin önceki yıllara göre yükseldiğini görebilirsiniz. Hamdolsun bu konuda lideriz...
Alttaki grafik bana göre en şaşırtıcı olanı. Şöyle bir soru soruluyor "Ne zaman yardıma ihtiyacın olsa sana her koşulda yardım edecek bir akraban ya da yakının var mı?". Bununla ilgili ABD krizi zamanında bir araştırma yayınlanmıştı. Analizde kabaca, gelişmiş ülkeler ile bizim ülkemizde kriz algısının farklı olduğu, gelişmiş ülkelerde ilişkilerin daha kopuk olduğundan insanların işsiz kalmasının sosyolojik olarak çok daha etkili sonuçlar doğurduğu fakat ülkemizde yardımlaşma duygusunun ve akraba ilişkilerinin çok sıkı olduğundan, çalışan işsiz kalsa bile ailesinin yanında yaşamına devam ettiği gibi bir ana fikir vardı. Ben bu fikre kesinlikle katılmakta idim. Zira özellikle aileler, çocukları için her hangi bir zamanda ellerinden ne gelirse yaparken, Avrupa kültüründe, 18 yaşından itibaren bireylerin sorumluluklarının çoğunun ailesi tarafından bırakıldığına inanırdım. Grafik "Evet ne zaman başım sıkışsa, her koşulda yardıma koşacak bir akrabam/yakınım var" diyenlerin yüzdesi. Bakın sonuçlar ne söylüyor:
7

Bir sonraki araştırma konusu Hava Kirliliği. Yorum yapmayı gerekli bulmuyorum.
8

Temiz suya erişim, daha doğrusu evinizdeki suyun kaliteli olduğuna dair inancınızın ölçüldüğü araştırma da yorumsuz olarak aşağıda...
9

Peki veriler bunlar iken halkımız mutlu mu? Bununla ilgili Cantril Ladder diye bir ölçümleme varmış. 10 hayattan tam anlamda tatmin olduğunuzu belirtirken, 0 hiç tatmin olmadığınızı söylüyor. Siz Türkiye'de yaşadığınız hayat ile ilgili kaç puan verirdiniz?
10

Yahu bizimle ilgili hiç mi iyi bir veri yok derseniz, bunlar benim seçtiklerim buyurun kendiniz de inceleyin derim. http://www.keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/economics/how-s-life-2013_9789264201392-en#page79
Araştırma OECD ülkeleri arasında değil de dünya çapında olsa idi muhtemel görüntümüz bu kadar kötü olmazdı. Angola'ya kıyasla çok iyi bir ülke olduğumuzu farkındayım. Suriye'de yaşayanlar Türkiye'ye iltica için birbirini çiğniyor.
Ya hamdolsun deyip şükredebilir ya da daha iyi olmak için çaba sarf edebiliriz. Seçim bizim...

29 Ağustos 2013 Perşembe

Avustralyalı politikacı vs Türk Politikacı

Soldaki resim Kevin Rudd' a ait. Rudd Avustralyanın 26. Başbakanı ve İşci partisi lideri. 2007 yılında başbakan olduktan sonra, parti liderliğini kaybederek koltuktan indi sonrasında tekrar parti liderliğini alarak 27 Haziran 2013 tarihinde ikinci dönemi olarak Avustralya Başbakanlığı görevini sürdürüyor. Evli iki çocuk babası, ingilizce biliyor :)


Kevin abiyi bir kenara bırakıp size bir internet sitesinden bahsetmek istiyorum. Site kabaca bir sosyal paylaşım sitesi: www.reddit.com Eminim benim gibi hastası çoktur. 



Reddit üzerinde IAMA diye bir bölüm (subreddit) var. Bu bölümde I am "ünlü biri" Ask Me Anything diyerek kullanıcılardan gelen soruları yanıtlıyor. Obama, Bill Gates, Arnold geçtiğimiz aylarda IAMA bölümüne gelip kullanıcı sorularını yanıtlamış ünlülerden. Ben yukarıda saydığın ünlülerin verilen sorulara verdikleri cevapların hemen hepsini okudum. Yer yer çok tuhaf hissettim çünkü, Bill Gates'e soru soran bir kullanıcının "Hi Bill" diye cümleye başlaması bana normal gelirken, "Hi Barack" denmesi tuhafıma gitmişti, çünkü...

Çünkü ben eleştiri ile arası iyi olmayan bir başbakanın olduğu bir ülke vatandaşıyım. Çok yakın tarihte başbakan ile aynı partiden bir belediye başkanı Twitter üzerinden kendisine "lan" diye hitap etti diye bir kullanıcıyı mahkemeye verdi. Yine Facebook ya da Twitter üzerinden eleştirinin dozunu kaçırırsanız posta kutunuzda mahkeme celbi görmeniz yüksek olasılık...

Şimdi ifade özgürlüğü gibi konular gündemde normalden fazla yer işgal ederken, çevirmeye üşenip, size Kevin Rudd'un yaptığı IAMA'dan bazı örnekler vermek istiyorum:




İncelemek isterseniz bu yazışmaların tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Burada yüzlerce Avustralyalı, kendi ülkeleri, mülteci sorunlarına bakışı, ekonomi hakkında ve yüzlerce başka ülkelerden insanlar, politik düşünceleri, Suriye konusunda neler düşündüklerini soruyor. Kevin Rudd'da hızlıca cevap veriyor. Verdiği cevabın altında onlarca yazı var. Kimi dalga geçiyor, kimi kesinlikle oyunu ona vereceğini söylüyor, kimi eleştiriyor. 

Ha derseniz ki, ne malum bu adamın Avustralya Başbakanı olduğu, apaçinin biri de bunları yazıyor olabilir! 

Hayır efendim olamaz, zira ünlü biri olarak bu bölümde yer almak istiyorsanız, bölüm op larına ispat etmeniz gerekiyor. Kevin'in ispatı da bu:

https://twitter.com/KRuddMP/status/372973703883010048

Kevin (bakın ben de alıştım adama adıyla hitap etmeye) tweetinin sonunda "be kind" demiş, çok hırpalamayın...

Burada özendiğim, imrendiğim konu insanların politikacı, ünlü, ünsüz, bilim adamı, borsacı olsun, kimliklerini kenara bırakarak dünya görüşlerini bu şekilde paylaşabilmesi. 

Bizim Başbakanımızın bahsettiğim siteye gelip, böyle bir sosyal paylaşıma katıldığını düşünebiliyor musunuz?

Peki neden?

27 Ağustos 2013 Salı

Dünyadaki Ne Kadar Altın Var?

Dünyada ne kadar altın var?

Aslında cevabı gayet basit. 166,500 Ton. Evet halen madenlerde altın çıkmaya devam ediyor ama şu an "kayıtlı" altını topladığımız zaman 166Bin Ton civarında ediyor. 

Bu ulaşılması çok kolay bir veri. Kısa bir internet araması size bu sonucu verir. Ama ben bu değer gözünüzde canlansın istiyorum. 

Ben az çok altın ellemiş, fiziki olarak altın almış satmış bir adam olarak 1Kg altının ne büyüklükte olduğunu tahmin ediyorum ama Türkiye şartlarında en çok el değiştiren çeyrek altın olduğunu ve çeyrek altın dediğimiz tamamen ülkemize özel bu resmi altın parçasının 1,7 Gram geldiğini düşünürsek bu büyüklüklerin gözünüzde canlanması zor...

Altın ile ilgili bir de ağırlık ölçüsü sorunumuz var. Bildiğiniz gibi uluslararası piyasada altın USD/OZ yani dolar oz ile değerlenirken bizde TL/GRAM kullanılıyor. Çevirimi kolay, 1 Oz 31,1 Gram.  


Bir dolma kalem yanında en solda 1 Gramdan en sağda 31,1 Gram yani bir Oz altının büyüklüğünü kıyaslayabilirsiniz. 


Biraz daha altınları büyütürsek, en sağda bir Kg altının ne büyüklükte olduğunu görürüz. 

Şimdi de bir külçe altınımız olsa ne kadar paraya denk geliyor diye aşağıdaki resmi inceleyin. Resimdeki külçe 400 Oz yani 12,44 Kg. Gerçi resimleri aldığım www.demonocracy.info Oz unu 2000$ dan hesaplamış. Bu aralar 1400$ fiyat olduğundan önden iki sıra paranın yok olduğunu belirteyim...


Boyutları büyütüyoruz. 10 Ton, 100 Ton ne kadar yer kaplar. Evde bu kadar boş yer varmı, 10 Ton altınım olsa nereye koyarım derseniz, aşağıdaki resimden ilham alabilirsiniz...


Konuya ara verip alakasız olacağını düşüdüğünüz Die Hard 3 filmine gidiyoruz. Hatırlarsanız (benim yaşıma yakın olanlar hatırlar) teröristler merkez bankasındaki altınları soymak için bir plan yapmış ve Bruce abim (seyredenler yine hatırlar John McClain) devreye girmiş ve olayı engellemiş, serinin her filmindeki gibi üstü başı kir pas içinde kalmıştı...


Şimdi gerçekte ABD hükümetinin ne kadar altın stoğu var ve bunları biraraya toplasak nasıl bir görüntü ortaya çıkar ona bakalım ve film de bir abartı varmıymış inceleyelim. 


Evet, abartı yokmuş yola devam edelim...

Bütün bu altın ABD'de mi? Diğer ülkelerde durum ne. Mesela altın dendi mi akla ilk gelen ülkelerden Hindistan'da durum ne? FED'in tonlarda altını varda ECB gümüş mü saklamış? İşte o görsel: 


Başta dedik ya 166,000 Ton altın var toplam diye. Bunların hepsi merkez bankalarında değil. Bir bölümü bende. Düğünde geldi, kasada saklıyorum. 

Kalanı kimde diye bakarsak

84,000 Ton mücevher olarak dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda, aşağı yukarı yarısı

31,000 Ton yatırım olarak müşteri hesaplarında bankalarda saklanıyor. Tabi bunlar kayıtlı olanlar. Hindistan be bizim gibi altını takı ve yatırım aracı olarak yastık altı saklayanların ne civarda olduğunu bilmiyoruz. Biz sadece kayıtlı olanları inceliyoruz. 

29,000 Ton Merkez Bankalarında. 

Kalan tutara da diğer diyelim. Nerede olduğunu bilmiyoruz. 


Ve son olarak dünyadaki tüm altının ne kadar bir yer kapladığı son görselde. 



Grafiklerin tamamını http://demonocracy.info/infographics/world/gold/gold.html adresinde bulabilirsiniz. İzin de almadık ama kızmazlar herhalde...


14 Ağustos 2013 Çarşamba

Nükleer Enerji: Bela mı, Çare mi?

Çoğumuz, özellikle İstanbul'da yaşıyorsak yanımıza yanaşıp, nükleer enerjiye hayır imza kampanyasına destek isteyen gençlere rastlamışızdır. Gazetelerde, sosyal medyada nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli, çevre düşmanı olduğunu, yıllardır Chernobyl santralındaki patlamanın hala etkilerinin sürdüğünü, 3 bacaklı bebeklerin doğduğunu okuruz.

E madem bu kadar tehlikeli, bu kadar çevre düşmanı olan nükleer enerji neden gelişmiş ülkelerde hala kullanılıyor. Neden bu ülkeler nükleer santrallarının hemen kapatıp, ülkelerinin dörtbir yanını rüzgar trübünleri ile donatmıyorlar?

Ben bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayayım, NÜKLEERE HAYIIRĞĞĞ diye bağırmayayım bir araştırayım dedim.

Önce nedir, nükleer bir maddeden nasıl elektrik üretilir bir bakalım



Bilimsel bir yorum yapamam ama konu aynı, nükleer de olsa, kömür de, doğalgaz da elde edilen ısı ile buhar yaratıp bir trübünü döndürerek kinetik enerji elektrik enerjisine dönüştürülüyor. Sonuçta baraj yapmak da aynı. Suyu biriktir bir trübünü döndürecek şekilde yönet, kinetik enerjiyi elektrik yap...

Yukarıdaki resim biraz karışık, aslında Nükleer bir santralı yönetmek çok kolay. Yıllardır izleriz Homer hiç zorlanmıyor :) 


Tabi burada hemen bir ayırım yapalım. Bir rüzgar trübününüz varsa rüzgar olduğu sürece pervaneden elde ettiğiniz enerjiyi çevirebiliyorsunuz. En büyük çevresel tehlikesi Economist dergisinde yazdığına göre ısı yayıp çevresel ortamı değiştirmesi! (ki bence tartışılır bir tehlike), bazı kuş türlerine zarar vermesi ve düşük ihtimalle birinin kafasına devrilmesi :) 

Nükleer dediğim zaman bu masumiyet hemen kayboluyor ve aklımıza önce Chernobyl sonra Fukushima santralleri geliyor haklı olarak. 

Peki bu kadar tehlikeli olan bu enerji kaynağının dünyadaki kullanımı nasıl?


Avustralya, Afrika'nın büyük bölümü ve Güney Amerika'da bazı ülkeler hariç etkin bir kullanım alanı olduğunu görebiliriz. Özellikle Almanya'nın nükleerden uzaklaşıp güneş enerjisinden elektrik elde etme üzerine çalışmaları var ve basında yine gelişmekte olan ülkelerin nükleer enerjiden uzaklaşıp, yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneldiklerini okuyoruz fakat aşağıdaki listede de görülebileceği gibi Almanya, Fransa, ABD üretimlerini azaltırken Rusya, İspanya, İngiltere'nin artırdığı görülüyor. Sanırım gelişmiş ülkelerin nükleer enerjiden uzaklaştıkları pek gerçek değil.  


Chernobly eski sistem bir santral, Fukishima tsunamiye maruz kaldı ama 1950 lerden kurulan bu santrallerden ne Avrupa ve Amerika tarafından tek kötü haber almadık. Avrupa sınırları içerisinde sızıntı yapan 3 adet santral çevreye herhangi bir zarar vermeden onarıldılar (onarılmışlar). 

Dünyada halen aktif 434 adet Nükleer Santral var. 67 adedi halen inşa halinde. 159 tane plan aşamasında. 

ABD'de 103 adet, Fransa'da 59 adet santral var...

Şimdi bu işi yapabilmek için Uranyum elementine ihtiyacımız var. Nerede bulunur bu element. 



Kanada ve Avustralya bu Uranyum madenciliğinde başı çekiyor. Nijerya ve Namibya Afrikalı üreticiler. Fransa elektriğinin %70 üzerinde bir oranla nükleer santrallerden elde ediyor. Fransa dış politikasında Nijerya ve Namibya ilişkilerini internette ararsanız enteresan haberlere ulaşıyorsunuz. 

Dünya Uranyum üretiminin yaklaşık %70'ini üç şirket elinde bulundurmaktadır. Bunlar; COMECO (Canadian Mining Energy Co.) adlı Kanada şirketi, COGEMA (Compagnie Generale des Matieres  ucleaires) adlı Fransız şirketi ve RTZ (Rio Tinto Zinc Co.) adlı İngiliz şirketidir. Uranyum üreticisi ülkeler, 1991 yılında, BDT hariç, 27.000 Ton civarında uranyum üretmişlerdir. Buna aynı yıl 13.500 ton civarında olan BDT'nin üretimi de dahil edildiğinde, dünyada toplam 40.500 Ton uranyum üretildiği ortaya çıkmaktadır. 

Uranyum piyasasındaki fiyat gelişmeleri yıllara gˆre büyük farklılıklar gˆstermiştir. 1970 yılında 15$/Kg olan uranyum fiyatı, 1978 yılında 113$/Kg'a kadar çıkmış, 1990 yılında ise 70$/Kg U seviyesine inmiştir.

Türkiye'de 9200 ton rezerv var bu arada. (http://ekutup.dpt.gov.tr/madencil/oik487.pdf) 

Demire benzeyen bir element Uranyum doğadan alınan halinden sonra zenginleştirilmesi gerekiyor.  

Fission chain

Uranyum hakkında kısa bir bilgi daha eklememiz gerekiyor. Uranyum U-235 ve U-238 olarak elde ediliyor. Kimya ve nükleer bir madde olması nedeni ile Fizik bilgim ayrıntıya girmeme müsade etmiyor ama anladığım nükleer santrallerde U-235 kullanılıyor. U-238 silah sektöründe zırh delici kurşun yapımında kullanılıyormuş.  Doğadan elde edilen U-238 in sadece %0,72 si U-235...

Neyse diyelim biz Uranyumu aldık, zenginleştirdik, ısıtıp suyu kaynattık, buhar trübünlerinden elektriğimizi yaptık her şey güzel. Ucuz enerjimiz var, bir patlama, yangın olmadığını varsayalım daha ucuza enerji elde ettik. İyi de bu Uranyum sonsuza kadar ısınıp suyumuzu kaynatacak mı, bunun bir ömrü yok mu? Evet bunun bir ömrü var, ömrü azalınca da ortaya "nükleer atık" diye bir şey çıkıyor. Bu nükleer atıklar ışımaya devam ediyor, yani zenginleştirilmemiş Uranyumu çıplak elle tutabiliyorken, atığı elleyemiyor yanına yanaşamıyoruz. Atıklar tuz göllerine, toprağa, kurşun levhalara sarılarak gömülüyor deseler de ben bunların gelişmemiş ülkelere postalandığından eminim. Ha Rusya bu atıkları satın almak konusunda gönüllü. 

Nükleer bir santralı olamayan biz elektiriğimizi nasıl üretiyoruz?

Kuruluguc

Üretimimizin yarısı Doğalgaz ve Kömür ile yapıyoruz. Son dönemde özel HES'ler artıyor olsa da doğalgaz rezervi olmayan ülkemizin elektrik üretimi için bu kaynağa yönelmesi endişe verici. Burada sanırım en büyük etken doğalgaz ile elektrik üretimi için kurulum maliyetlerinin diğer üretim tesislerine göre 1/3 maliyetinde olması. 

1970-2011Uretim

Kurulu gücümüze merak edenler http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'deki_enerji_santralleri_listesi adresine göz atabilirler. 


Nükleer karşıtları çevre duyarlı insanlar ama yukarıdaki resim kömür ile üretim yapan Afşin Elbistan santraline ait. Düşündürücü...

Peki olayı anladık da Türkiye ne yapsın. Nükleere yatırım yapalım mı? 

Nükleer bir santral atıkları iyi yönetebildiği, deprem, Tsunamiye maruz kalmadığı takdirde çevreye sıfır zarar ile ucuz üretim yapıyor. Tehlikeli bir iş çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Gerçi Birleşmiş Milletlere bağlı Atom Enerjisi Kurumu ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ile belli standartlar sağlanmaya çalışıyor ama;

Geçtiğimiz günlerde yaşanan Üniversite'ye eğitim görevlisi alırken skandal yaratan iktidar, bu santrallerin yapımını yabancılara yaptırsa da yönetimini kime devredecek bilemiyorum ama endişe ediyorum. Santral kurulumunu inşaatını Japon da yapsa Fransız da yapsa karşılığında ne istiyecektir bilemiyorum. Sırf iktidara yakın diye yetkin olmayan birilerinin görevlendirilmesi endişesi yaşıyorum. 

Ne mi diyorum özet olarak; Nükleere karşı çıkmıyorum ama Türkiye buna hazır değil diye düşünüyorum...